26 Aralık 2010 Pazar



Bir iş dolayısıyla Mavi Kart (yeni akbil kartları) almak zorunda kaldım, alırken fotoğraf istediler, ben de bir koşu ordaki evrenin en dandik fotoğrafçısını bulup alelacele bir vesikalık çektirip verdim, kartın üstüne bastılar. Sonra eve gelip google'a "Mexican Drug Dealer" yazıp çıkan görselin yanına kartı koydum. Gerçek bir meksikalı uyuşturucu kaçakçısı gibi çıkmamı sağlayan fotoğrafçının ellerinden öperim, allahın gerizekalısı...

17 Aralık 2010 Cuma



Wind

Düşünmeden önce açlığını ehlil et
öfkeni körükle, biraz daha gerçek eyle
bir dağa tırmanmak, hiç inmemecesine
razı geldiklerini kırmak, hiç düşmemecesine

Dizlerim titriyor hala, sanki on iki yaşındaymışım
sıvışıyorum sınıftan, hem de arka kapıdan
bir çift küfür etti adam, gerçi, umursamadım
beklemek harcamaktır, benim gibi adamlar için

Deneme böylesine bilgece yaşamayı
Ağlama sakın, çünkü çok haklısın
kuruma, sahte şeyler ve korkularınla
çünkü nefret edeceksin kendinden, eninde sonunda.

Sen dersin ki; "rüyalar sadece rüyadır"
"aptalı oynamayacağım, buraya kadar"
dersin ki "çünkü hala bir ruhum var"

Dur biraz çocuk, damarlarından akan kanın dinlenmeye ihtiyacı var
ruhunda bir gedik aç, kendine bir yol bul çok geç olmadan
Korkunun akisleri sadece hiçliğin gölgesini yaratır
sadece hiçliğin gölgesini yaratır

Hala körsün eğer gördüğün yol dolambaçlıysa
çünkü daima bir düzlük vardır baktığın o yerlere...

Akeboshi

11 Aralık 2010 Cumartesi

babamın oğlu gibi seviyorum eşşekleri...



A Design For Life

Libraries gave us power
Then work came and made us free
What price now for a shallow piece of dignity

I wish I had a bottle
Right here in my dirty face to wear the scars
To show from where I came

We don't talk about love we only want to get drunk
And we are not allowed to spend
As we are told that this is the end

A design for life
A design for life
A design for life
A design for life

I wish I had a bottle
Right here in my pretty face to wear the scars
To show from where I came

We don't talk about love we only want to get drunk
And we are not allowed to spend
As we are told that this is the end

A design for life
A design for life
A design for life
A design for life

We don't talk about love we only want to get drunk
And we are not allowed to spend
As we are told that this is the end

A design for life
A design for life
A design for life
A design for...

Manic Street Preachers

26 Ekim 2010 Salı

uuuu beybi bir hareketlenme oldu orda sanki...


İki an arasındaki memnuniyet farkının hastasıyım.

Hitchhiker's Guide to the Galaxy Bölüm 20 sf:232


Belli başlı her galaktik uygarlığın tarihi üç ayrı ve fark edilebilir aşamadan geçme eğilimindedir. Bu aşamalar Hayatta Kalma, Sorgulama ve İncelikli Düşünmedir; Bir başka deyişle Nasıl, Neden ve Nerede aşamaları olarak da bilinirler.

Örneğin ilk aşama Nasıl Yiyebiliriz? sorusuyla, ikinci aşama Neden Yiyoruz? sorusuyla, üçüncü aşamaysa Öğle Yemeğini Nerede Yiyelim? sorusuyla tanımlanmaktadır.

20 Ekim 2010 Çarşamba

8 sene olmuş yazalı

Bütün geçmiş hevesler solgundur Hüzün Hanım. Zaman her şeyi soğutur. Acılar değil, yaralardır baki kalan. Gölgeler değil, cesetlerdir. Hayat geçiyor yanımızdan Hüzün Hanım; heveslerimizle, isteğimizle beraber geçip gidiyor. Aniden gül bana, birden öp, arkanı dönme. Hayat geçip gidiyor Hüzün Hanım. Bir biz miyiz Araf’ın tozunu yutan?

Sana ne vakit yaklaşsam, daha bir uzaksın. Birden doğ talihime, alaca şafaklar gibi gir yüreğimden içeri, aramızda dağlar varmış kime ne? Acılar fanidir Hüzün Hanım, bu kaçıncıdır gömdüğümüz? Akşam gölgeleri gibi birden kısalırlar, eteklerinin altına kaçışırlar bahtiyar ak yüzlü çocukların, zamanın insafına dayanabilen keder var mıdır? Bu akşam geldiğinde; umutlar giy Hüzün Hanım, güzel türküler söyle bana, gurbetten döneli çok oldu, yıllar var bir kez olsun yurdum demedim.

Ne yapsak insana dair, ne zaman sussak tek başımızayız. Gözlerini kapa, bir renk söyle, bitsin şu bakışlarımdaki sala karanlığı. Ben hiçbir şeye ait olamadım Hüzün Hanım, yurdum ol, toprağın bahara kessin. O kadar bekledik ki, o kadar fazla, çağlar devran olup tükendi, artık gülüşler gibi bahtiyar eski yaralarımız. Allahın belası pişmanlıklarımız var, her adımda dizlerimizin bağını çözen, devrilmek kader olabilir bazen kabul, lakin dizlerim paramparça kalkmak bana çocukluğumdan miras Hüzün Hanım, elbet öğreneceğiz yürümeyi.

Ben hiçbir şeye ait olmadım Hüzün Hanım, ömrünün bir kıyısına teğelle, anlamlandır beni…

27 Ağustos 2010 Cuma

Niye Avrupa Birliği'ne giremiyoruz?

Ulan arkadaşlarımın yarısında fıtık, yarısında kıl dönmesi var, böyle Avrupa mı olur?

25 Temmuz 2010 Pazar

bugün yine bi paradoksa şey ettim

Kadınlar babasının ilgisine yoksunluğundan kendine yine babası gibi bir adam ararken, biz yıllarca babamıza benzememeye çalışarak gitgide babamıza dönüyoruz...

22 Haziran 2010 Salı

25

Yine de güzel şeyler oluyor hep, hayat bu
bir ölünün üzerinde sevişmek gibi vurdumduymaz…

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Böyle orospu çocuğu bir lanet...

Bir kız arkadaşımla akşam vakti yorgun bir şekilde Taksim'de noodle yiyorduk. Bütün dünyada ünlü bir partinin İstanbul ayağında bana VIP girişi ayarlamışlar, şaşkın şaşkın baktım, yemeğimi bitirdim, onu uğurlayıp evime döndüm... Çok insana gelemiyorum...

Birkaç saattir pencerenin önünde sardığım sigaraları içip boğaza bakıyorum, arkada çalan tek şarkı var. Beni keşfedip edebiyat dünyasına sokan Tolga Hoca'mın dedikleri geliyor aklıma yıllar önceki. Kız arkadaşımdan ayrılmıştım, tek kelime etmiyordum ama bir kitap dosyası kadar yazmış, Hoca'ya getirmiştim. "Niye içip dağıtmıyorsun?" demişti, "herşeyin öncesinden farklı birşey hissetmiyorum ki" demiştim, "sanırım ben böyle dikiş tutturamayacak bir adamım". 20 yaşının mastürbatif blöfçülüğüyle beni yalanlaması için Tolga Hoca'nın suratına bakmıştım.

Hiç istifini bozmadı; "Sen hep böyle yaralı hayvanlar gibi yalnızlığı seveceksin" dedi, "yazar olmak böyle orospu çocuğu bir lanet, şimdiden farket bunu"...

Birkaç saattir apartmanın en üst katındaki pencerenin önünde sardığım sigaraları içip boğaza bakıyorum, arkada çalan tek şarkı var. "Leonard Cohen- Tower of Song". "ben yoruluyorum bazı bazı" diyorum arkamı dönüp, "yazmak böyle orospu çocuğu bir lanet, alış buna" diyor Cohen Abi... Derginin bu ayki yazısının başına geçiyorum sonra...

Ha moralin bozuk mu deseniz, gayet iyiyim, en hastalıklı tarafı da bu sanırım...

Well my friends are gone and my hair is gray
I ache in the places where I used to play
And I'm crazy for love but I'm not coming on
I'm just paying my rent every day in the tower of song...

I was born like this, I had no choice
I was born with the gift of a golden voice
And twenty-seven angels from the great beyond
They tied me to this table right here in the tower of song...

So you can stick your little pins in that voodoo doll
I'm very sorry, baby, doesn't look like me at all
I'm standing by the window where the light is strong
Ah they don't let a woman kill you not in the tower of song...

9 Mayıs 2010 Pazar

İğde bir kuşağın bilinçaltıdır...

Bütün çocukluğumuz boyunca yazlıkta sitenin iğde ağaçlarına dadanmıştık. Parayla satılmayacak kadar faydasız bu meyve en büyük keyiflerden bizim için, çünkü orada duruyordu ve yemek için tırmanmamız gerekiyordu, çok yükseğe değil, sadece yeteri kadar.

Şimdi kime baksam bu "sevgili mevzuularında iğde sendromu durumu"nu görüyorum. Kadınlar (ya da okuyucunun cinsiyetine göre adamlar) oracıkta duruyorlar, beraber olman için bir çaba gerekiyor, öyle çok fazla değil, sadece yeteri kadar, her seferinde biraz daha az. Oysa sadece çocukluğunu yaşayanlar bilir ki ne kadar sık yersen, iğdenin ne kadar dandik bir meyve olduğunu o kadar iyi anlamaya başlarsın.

Yine yazlıkta bir çocuk çeşidi vardı ki en yüksek ağacın, en ince dalında durmayı severdi, sen aşağıdan izlerken, orda yalnız başına. Oysa sadece çocukluğunu yaşayanlar bilir ki bu çocukların her zaman en az bir iki kırıkları vardır.

Belki de iğde ağacındaki çocuğun karnı ağrıyıncaya kadar bekleyip, yüksek ağaçtakini taşlamalı. Çünkü çocukluğunu yaşayamamış herkes bilir ki içini soğutmak gibisi yoktur...

5 Nisan 2010 Pazartesi

Just a man and his will to surviveeee, dın dındındın dındındın...


Bak öyle böyle değil, şimdi şu saniye şehri zombiler bassa, geriye kalan yüz kişiden biri olurum, öyle yetiştirdim kendimi.

10 gün sürecek bir Wing-Tsun eğitmenlik antremanları silsilesine giriyorum yine, sadece bir katana eksiğim kaldı diyebilirim survival ortamlar için, herhangi bir durumda AM bandından açık adresimi radyo yayınıyla duyururum, gelirsiniz a dostlar...

Not: Gelirken bir Migros'tan margarin, makarna, un falan getirenler canımın içidir...

20 Mart 2010 Cumartesi

Bir buçuk ay gibi birşey oldu sanırım...

Taşlar yerine oturuyor gitgide, yine en zor olanın peşinde koşturuyorum, olmayacak gibi de değiller hiç, hatta oluyor teker teker, olmayan tanrılar cesareti seviyor olmalı...

Bir de şunu söylemeden edemiycem, etrafımdaki insanların çoğunluğu iyilik bakımından şaşırtmadı beni, hatta bir kısmı "oha!" dedirtecek kadar beklentilerimi aşmakta ısrar etti. Lakin bir azınlık kısmı da var ki insanı merak içinde bırakacak kadar keskin bir şekilde sükut-u hayale uğrattı, kelamlarıyla, eylemleri arasındaki fark dolayısıyla. Ben yine de kendi evrimimi geçirerek yararlı kısımlarını aldım bu işin ama onlar adına üzüldüm. Kırgınlık, kızgınlık var mı peki? Hiç yok.

Diyeceğim o ki büyük hayalleriniz varsa planlarınızla değil içgüdülerinizle donanın, çünkü bir hayvanı her durumda hayatta tutan şey onlardır. Bir plan ne kadar giriftse, gerçekleşmeme ihtimali o oranda artar. Bir de; etrafınıza güvenin, en çok da kendinize güvenin ama sakın bir şeyi yaparken birinin sözüyle yapmış olmayın...

Ha bir de şu; İstanbul'u gözünüzde büyütmeyin bu kadar, hiç de o kadar korkunç değil...

Not 1: Sanırım Boğaz falan manzaralı bir eve taşınıyorum lan...
Not 2: Bir insanın 7 senedir aralıksız seni sevdiğini öğrenmek, senin yerine o kadar zaman o kadar ihtimal boyunca koyacak birşey bulamadığını anlamak çok acayip bir duygu. Benim gibi "Escape Artist" desturlu birisi için büyük bir konfor, hatta o kadar büyük ki bir türlü güvenemiyorum...

22 Şubat 2010 Pazartesi

Düşün ne kadar...


70'lerden aldığım tadı İskender Kebap'tan bile alamadım ömrümce...

19 Şubat 2010 Cuma

We're all free to choose...


Reddetmesi çok zor şeyleri her seferinde reddetmek gerçekten hastalıklı birşey... Onun haricinde; evet, hala atarım varmış fazlaca, sevdiğin şeylerin peşinden koşmak iyiymiş. Birşeylerin eğitmeni olmak yararlıymış. Dostlar güzelmiş. Hiçbirşey seni hayatına hapsetmek için abarttıkları kadar zor, kandırmak için abarttıkları kadar şatafatlı değilmiş. İlk taşı sen attığın zaman takipçilerin oluyormuş bir sürü, kimisi nasıl başardığını görüp heyecanını paylaşmak için, kimisi nasıl kaybettiğini görüp, "gördün mü ben niye yapmıyorum" diyerek kendi vicdanına mastürbasyon çekmek için. Dürüst olmak hala önemliymiş. İstanbul'un ilk on gününün özeti bu...

1 Şubat 2010 Pazartesi



If all that grows starts to fade, starts to falter
Oh, let me inside, let me inside, not to wait
Let all that run through the fields through the quiet,
Go on with their, own with their own hidden ways

When all newness of gold travels far from
Where it had once been,
Born like the earth over years
And when the acts of man
Cause the ground to break open
Oh, let me inside, let me inside, not to wait

Great are the sounds of all that live
And all that man can hold

If all that grows starts to fade, starts to falter
Oh, let me inside, let me inside, not to wait
Great are the sounds of all that live
And all that man can hold

Great are the sounds of all that live...

Hop...

Yıllar sonra tekrar "ileri, ileri, yukarı, yukarı!!!" felsefesini benimsememle birlikte bir anlık kararla İstanbul'a taşınıyorum. Herşey muallak, lakin muallak süregelenin uysallaştırmasından yeğ oluyor çoğu zaman benim gibi insanlar için... Mutluyum...

Bir de tarif edilmez şekilde acı çekiyorum onun haricinde. Bıçak gibi dayanılmaz ve anlık değil, teninde yürüyen bir kıymık gibi süregelen ve tedirgin... Çıkarmazsanız bir ömür orda kendine yer yapacak cinsten... Ama onu anlatmanın ne yeri ne zamanı. Su akacak yatağını bulacak... Her zaman öyle olur...

16 Ocak 2010 Cumartesi



Bir hafta içinde Spil Dağı'na gitmeye davet edildim, bir dergide yazmaya başladım ve kafede otururken bir Amerikan Futbolu takımına çağrıldım... Hayatım gittikçe mantıksızlığa bağlanıyor ama bir tanesini bile geri çevirirsem en adiyim...

12 Ocak 2010 Salı

Ocak sonunda yine dağlardayım...

Geç başlayanlar için body building nedir, ne değildir şeysi...




Seneler sonra Body Building'e başlamak; yaşın etkisiyle götünün başının et kesmesi, ağrıdan resmen ruhunun zedelenmesi,verdiğin paranın etkisiyle haftada 6 gün gitmek hırsı, salondaki trainerlerden birinin bir rus kızı olması, "nasıl gidiyor" diye yanıma geldiğinde "nası gitsin, kıçım başım ağrıyor" demem, bu sırada yandaki elemanın kızı görünce ağırlıkları abanıp, kaldırdıkça alt dudağının seğirmesi, halkım türdeşlerime bir kez daha acımam, erkek trainere "bana çok ağırlık verme, kung-fu eğitmeni olucam, fazla kanat falan bana yaramaz" demem, bunun üstüne kıçı kırık bir twister ekleyerek beni esneteceğini düşünmesi, çıkışta arabaya binerken acıdan "bissssmil" çekmek...

HAL 9000 feat. Teoman



Bilen bilir Kubrick'in 2001: Bir Uzay Macerası'nda yapay zeka HAL 9000 aklını yitirip ölmeden evvel "Daisy" (papatya) diye bir şarkı söyler, rahmetli Kubrick'e Teoman'ın Papatya'sını dinletselermiş keşke ilerde Director's Cut'a onu yerleştirseymiş, cuk oturuyor sözleri lan: O papatya yüzümün haline bak, seninle kim kalacak, ışıklar kapanınca, benden çok uzakta, zaman mı değişti yoksa ben mi geride kaldı o günler,aklım belli karışmış yüzümde gölgeler... Allahım cuk oturuyor finale bildiğin...

9 Ocak 2010 Cumartesi

6 Ocak 2010 Çarşamba

Türkiye'nin ilk zombi filmi...



Benim sevgilimi yediler, hehaheheheheh, offf sinirim bozuldu çok güzel olmuş... Çaycı zombi var yarabbim çok güzel...

Nerd okuyucuya not: O Romero filmleriyle karşılaştıran zihinlerinizi bulandırırım, etmeyin...

3 Ocak 2010 Pazar



Ahkam kesmeyi de çok severim ama eyleme geçmenin hastasıyım...

Freedom of Speech

"Freedom Of Speech Won't Feed My Children"

Liberty, sweet liberty
Charitable respectability
Then pacifism killed us all
For all the tourists on the Berlin wall
So we protest about human rights
Worship obesity as our birthright
But freedom of speech won't feed my children
Just brings heart disease and bootleg clothing
Just brings heart disease and bootleg clothing

We love to kiss the Dalai Lama's ass
Because he is such a holy man
Free to eat and buy anything
Free to fuck from Paris to Beijing

Little boys with dangerous toys
All bow down to the Beastie Boys
But freedom of speech won't feed my children
Just brings heart disease and bootleg clothing
Just brings heart disease and bootleg clothing

Royalty - hereditery - unelected and becalmed
Just like Stalin, just like Stalin
Human and useless

Bomb the Chinese Embassy
The west is free, oh the west is free
Laugh at the hammer and sickle
It is antique, oh it is antique

And see the love in Richard Gere's eyes
JS Pemberton saved our lives
But freedom of speech won't feed my children
Just brings heart disease and bootleg clothing
Just brings heart disease and bootleg clothing
Just brings heart disease and bootleg clothing
Just brings heart disease and bootleg clothing...

Manic Street Preachers