26 Aralık 2010 Pazar



Bir iş dolayısıyla Mavi Kart (yeni akbil kartları) almak zorunda kaldım, alırken fotoğraf istediler, ben de bir koşu ordaki evrenin en dandik fotoğrafçısını bulup alelacele bir vesikalık çektirip verdim, kartın üstüne bastılar. Sonra eve gelip google'a "Mexican Drug Dealer" yazıp çıkan görselin yanına kartı koydum. Gerçek bir meksikalı uyuşturucu kaçakçısı gibi çıkmamı sağlayan fotoğrafçının ellerinden öperim, allahın gerizekalısı...

17 Aralık 2010 Cuma



Wind

Düşünmeden önce açlığını ehlil et
öfkeni körükle, biraz daha gerçek eyle
bir dağa tırmanmak, hiç inmemecesine
razı geldiklerini kırmak, hiç düşmemecesine

Dizlerim titriyor hala, sanki on iki yaşındaymışım
sıvışıyorum sınıftan, hem de arka kapıdan
bir çift küfür etti adam, gerçi, umursamadım
beklemek harcamaktır, benim gibi adamlar için

Deneme böylesine bilgece yaşamayı
Ağlama sakın, çünkü çok haklısın
kuruma, sahte şeyler ve korkularınla
çünkü nefret edeceksin kendinden, eninde sonunda.

Sen dersin ki; "rüyalar sadece rüyadır"
"aptalı oynamayacağım, buraya kadar"
dersin ki "çünkü hala bir ruhum var"

Dur biraz çocuk, damarlarından akan kanın dinlenmeye ihtiyacı var
ruhunda bir gedik aç, kendine bir yol bul çok geç olmadan
Korkunun akisleri sadece hiçliğin gölgesini yaratır
sadece hiçliğin gölgesini yaratır

Hala körsün eğer gördüğün yol dolambaçlıysa
çünkü daima bir düzlük vardır baktığın o yerlere...

Akeboshi

11 Aralık 2010 Cumartesi

babamın oğlu gibi seviyorum eşşekleri...



A Design For Life

Libraries gave us power
Then work came and made us free
What price now for a shallow piece of dignity

I wish I had a bottle
Right here in my dirty face to wear the scars
To show from where I came

We don't talk about love we only want to get drunk
And we are not allowed to spend
As we are told that this is the end

A design for life
A design for life
A design for life
A design for life

I wish I had a bottle
Right here in my pretty face to wear the scars
To show from where I came

We don't talk about love we only want to get drunk
And we are not allowed to spend
As we are told that this is the end

A design for life
A design for life
A design for life
A design for life

We don't talk about love we only want to get drunk
And we are not allowed to spend
As we are told that this is the end

A design for life
A design for life
A design for life
A design for...

Manic Street Preachers

26 Ekim 2010 Salı

uuuu beybi bir hareketlenme oldu orda sanki...


İki an arasındaki memnuniyet farkının hastasıyım.

Hitchhiker's Guide to the Galaxy Bölüm 20 sf:232


Belli başlı her galaktik uygarlığın tarihi üç ayrı ve fark edilebilir aşamadan geçme eğilimindedir. Bu aşamalar Hayatta Kalma, Sorgulama ve İncelikli Düşünmedir; Bir başka deyişle Nasıl, Neden ve Nerede aşamaları olarak da bilinirler.

Örneğin ilk aşama Nasıl Yiyebiliriz? sorusuyla, ikinci aşama Neden Yiyoruz? sorusuyla, üçüncü aşamaysa Öğle Yemeğini Nerede Yiyelim? sorusuyla tanımlanmaktadır.

20 Ekim 2010 Çarşamba

8 sene olmuş yazalı

Bütün geçmiş hevesler solgundur Hüzün Hanım. Zaman her şeyi soğutur. Acılar değil, yaralardır baki kalan. Gölgeler değil, cesetlerdir. Hayat geçiyor yanımızdan Hüzün Hanım; heveslerimizle, isteğimizle beraber geçip gidiyor. Aniden gül bana, birden öp, arkanı dönme. Hayat geçip gidiyor Hüzün Hanım. Bir biz miyiz Araf’ın tozunu yutan?

Sana ne vakit yaklaşsam, daha bir uzaksın. Birden doğ talihime, alaca şafaklar gibi gir yüreğimden içeri, aramızda dağlar varmış kime ne? Acılar fanidir Hüzün Hanım, bu kaçıncıdır gömdüğümüz? Akşam gölgeleri gibi birden kısalırlar, eteklerinin altına kaçışırlar bahtiyar ak yüzlü çocukların, zamanın insafına dayanabilen keder var mıdır? Bu akşam geldiğinde; umutlar giy Hüzün Hanım, güzel türküler söyle bana, gurbetten döneli çok oldu, yıllar var bir kez olsun yurdum demedim.

Ne yapsak insana dair, ne zaman sussak tek başımızayız. Gözlerini kapa, bir renk söyle, bitsin şu bakışlarımdaki sala karanlığı. Ben hiçbir şeye ait olamadım Hüzün Hanım, yurdum ol, toprağın bahara kessin. O kadar bekledik ki, o kadar fazla, çağlar devran olup tükendi, artık gülüşler gibi bahtiyar eski yaralarımız. Allahın belası pişmanlıklarımız var, her adımda dizlerimizin bağını çözen, devrilmek kader olabilir bazen kabul, lakin dizlerim paramparça kalkmak bana çocukluğumdan miras Hüzün Hanım, elbet öğreneceğiz yürümeyi.

Ben hiçbir şeye ait olmadım Hüzün Hanım, ömrünün bir kıyısına teğelle, anlamlandır beni…

27 Ağustos 2010 Cuma

Niye Avrupa Birliği'ne giremiyoruz?

Ulan arkadaşlarımın yarısında fıtık, yarısında kıl dönmesi var, böyle Avrupa mı olur?

25 Temmuz 2010 Pazar

bugün yine bi paradoksa şey ettim

Kadınlar babasının ilgisine yoksunluğundan kendine yine babası gibi bir adam ararken, biz yıllarca babamıza benzememeye çalışarak gitgide babamıza dönüyoruz...

22 Haziran 2010 Salı

25

Yine de güzel şeyler oluyor hep, hayat bu
bir ölünün üzerinde sevişmek gibi vurdumduymaz…

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Böyle orospu çocuğu bir lanet...

Bir kız arkadaşımla akşam vakti yorgun bir şekilde Taksim'de noodle yiyorduk. Bütün dünyada ünlü bir partinin İstanbul ayağında bana VIP girişi ayarlamışlar, şaşkın şaşkın baktım, yemeğimi bitirdim, onu uğurlayıp evime döndüm... Çok insana gelemiyorum...

Birkaç saattir pencerenin önünde sardığım sigaraları içip boğaza bakıyorum, arkada çalan tek şarkı var. Beni keşfedip edebiyat dünyasına sokan Tolga Hoca'mın dedikleri geliyor aklıma yıllar önceki. Kız arkadaşımdan ayrılmıştım, tek kelime etmiyordum ama bir kitap dosyası kadar yazmış, Hoca'ya getirmiştim. "Niye içip dağıtmıyorsun?" demişti, "herşeyin öncesinden farklı birşey hissetmiyorum ki" demiştim, "sanırım ben böyle dikiş tutturamayacak bir adamım". 20 yaşının mastürbatif blöfçülüğüyle beni yalanlaması için Tolga Hoca'nın suratına bakmıştım.

Hiç istifini bozmadı; "Sen hep böyle yaralı hayvanlar gibi yalnızlığı seveceksin" dedi, "yazar olmak böyle orospu çocuğu bir lanet, şimdiden farket bunu"...

Birkaç saattir apartmanın en üst katındaki pencerenin önünde sardığım sigaraları içip boğaza bakıyorum, arkada çalan tek şarkı var. "Leonard Cohen- Tower of Song". "ben yoruluyorum bazı bazı" diyorum arkamı dönüp, "yazmak böyle orospu çocuğu bir lanet, alış buna" diyor Cohen Abi... Derginin bu ayki yazısının başına geçiyorum sonra...

Ha moralin bozuk mu deseniz, gayet iyiyim, en hastalıklı tarafı da bu sanırım...

Well my friends are gone and my hair is gray
I ache in the places where I used to play
And I'm crazy for love but I'm not coming on
I'm just paying my rent every day in the tower of song...

I was born like this, I had no choice
I was born with the gift of a golden voice
And twenty-seven angels from the great beyond
They tied me to this table right here in the tower of song...

So you can stick your little pins in that voodoo doll
I'm very sorry, baby, doesn't look like me at all
I'm standing by the window where the light is strong
Ah they don't let a woman kill you not in the tower of song...

9 Mayıs 2010 Pazar

İğde bir kuşağın bilinçaltıdır...

Bütün çocukluğumuz boyunca yazlıkta sitenin iğde ağaçlarına dadanmıştık. Parayla satılmayacak kadar faydasız bu meyve en büyük keyiflerden bizim için, çünkü orada duruyordu ve yemek için tırmanmamız gerekiyordu, çok yükseğe değil, sadece yeteri kadar.

Şimdi kime baksam bu "sevgili mevzuularında iğde sendromu durumu"nu görüyorum. Kadınlar (ya da okuyucunun cinsiyetine göre adamlar) oracıkta duruyorlar, beraber olman için bir çaba gerekiyor, öyle çok fazla değil, sadece yeteri kadar, her seferinde biraz daha az. Oysa sadece çocukluğunu yaşayanlar bilir ki ne kadar sık yersen, iğdenin ne kadar dandik bir meyve olduğunu o kadar iyi anlamaya başlarsın.

Yine yazlıkta bir çocuk çeşidi vardı ki en yüksek ağacın, en ince dalında durmayı severdi, sen aşağıdan izlerken, orda yalnız başına. Oysa sadece çocukluğunu yaşayanlar bilir ki bu çocukların her zaman en az bir iki kırıkları vardır.

Belki de iğde ağacındaki çocuğun karnı ağrıyıncaya kadar bekleyip, yüksek ağaçtakini taşlamalı. Çünkü çocukluğunu yaşayamamış herkes bilir ki içini soğutmak gibisi yoktur...

5 Nisan 2010 Pazartesi

Just a man and his will to surviveeee, dın dındındın dındındın...


Bak öyle böyle değil, şimdi şu saniye şehri zombiler bassa, geriye kalan yüz kişiden biri olurum, öyle yetiştirdim kendimi.

10 gün sürecek bir Wing-Tsun eğitmenlik antremanları silsilesine giriyorum yine, sadece bir katana eksiğim kaldı diyebilirim survival ortamlar için, herhangi bir durumda AM bandından açık adresimi radyo yayınıyla duyururum, gelirsiniz a dostlar...

Not: Gelirken bir Migros'tan margarin, makarna, un falan getirenler canımın içidir...

20 Mart 2010 Cumartesi

Bir buçuk ay gibi birşey oldu sanırım...

Taşlar yerine oturuyor gitgide, yine en zor olanın peşinde koşturuyorum, olmayacak gibi de değiller hiç, hatta oluyor teker teker, olmayan tanrılar cesareti seviyor olmalı...

Bir de şunu söylemeden edemiycem, etrafımdaki insanların çoğunluğu iyilik bakımından şaşırtmadı beni, hatta bir kısmı "oha!" dedirtecek kadar beklentilerimi aşmakta ısrar etti. Lakin bir azınlık kısmı da var ki insanı merak içinde bırakacak kadar keskin bir şekilde sükut-u hayale uğrattı, kelamlarıyla, eylemleri arasındaki fark dolayısıyla. Ben yine de kendi evrimimi geçirerek yararlı kısımlarını aldım bu işin ama onlar adına üzüldüm. Kırgınlık, kızgınlık var mı peki? Hiç yok.

Diyeceğim o ki büyük hayalleriniz varsa planlarınızla değil içgüdülerinizle donanın, çünkü bir hayvanı her durumda hayatta tutan şey onlardır. Bir plan ne kadar giriftse, gerçekleşmeme ihtimali o oranda artar. Bir de; etrafınıza güvenin, en çok da kendinize güvenin ama sakın bir şeyi yaparken birinin sözüyle yapmış olmayın...

Ha bir de şu; İstanbul'u gözünüzde büyütmeyin bu kadar, hiç de o kadar korkunç değil...

Not 1: Sanırım Boğaz falan manzaralı bir eve taşınıyorum lan...
Not 2: Bir insanın 7 senedir aralıksız seni sevdiğini öğrenmek, senin yerine o kadar zaman o kadar ihtimal boyunca koyacak birşey bulamadığını anlamak çok acayip bir duygu. Benim gibi "Escape Artist" desturlu birisi için büyük bir konfor, hatta o kadar büyük ki bir türlü güvenemiyorum...

22 Şubat 2010 Pazartesi

Düşün ne kadar...


70'lerden aldığım tadı İskender Kebap'tan bile alamadım ömrümce...

19 Şubat 2010 Cuma

We're all free to choose...


Reddetmesi çok zor şeyleri her seferinde reddetmek gerçekten hastalıklı birşey... Onun haricinde; evet, hala atarım varmış fazlaca, sevdiğin şeylerin peşinden koşmak iyiymiş. Birşeylerin eğitmeni olmak yararlıymış. Dostlar güzelmiş. Hiçbirşey seni hayatına hapsetmek için abarttıkları kadar zor, kandırmak için abarttıkları kadar şatafatlı değilmiş. İlk taşı sen attığın zaman takipçilerin oluyormuş bir sürü, kimisi nasıl başardığını görüp heyecanını paylaşmak için, kimisi nasıl kaybettiğini görüp, "gördün mü ben niye yapmıyorum" diyerek kendi vicdanına mastürbasyon çekmek için. Dürüst olmak hala önemliymiş. İstanbul'un ilk on gününün özeti bu...

1 Şubat 2010 Pazartesi



If all that grows starts to fade, starts to falter
Oh, let me inside, let me inside, not to wait
Let all that run through the fields through the quiet,
Go on with their, own with their own hidden ways

When all newness of gold travels far from
Where it had once been,
Born like the earth over years
And when the acts of man
Cause the ground to break open
Oh, let me inside, let me inside, not to wait

Great are the sounds of all that live
And all that man can hold

If all that grows starts to fade, starts to falter
Oh, let me inside, let me inside, not to wait
Great are the sounds of all that live
And all that man can hold

Great are the sounds of all that live...

Hop...

Yıllar sonra tekrar "ileri, ileri, yukarı, yukarı!!!" felsefesini benimsememle birlikte bir anlık kararla İstanbul'a taşınıyorum. Herşey muallak, lakin muallak süregelenin uysallaştırmasından yeğ oluyor çoğu zaman benim gibi insanlar için... Mutluyum...

Bir de tarif edilmez şekilde acı çekiyorum onun haricinde. Bıçak gibi dayanılmaz ve anlık değil, teninde yürüyen bir kıymık gibi süregelen ve tedirgin... Çıkarmazsanız bir ömür orda kendine yer yapacak cinsten... Ama onu anlatmanın ne yeri ne zamanı. Su akacak yatağını bulacak... Her zaman öyle olur...

16 Ocak 2010 Cumartesi



Bir hafta içinde Spil Dağı'na gitmeye davet edildim, bir dergide yazmaya başladım ve kafede otururken bir Amerikan Futbolu takımına çağrıldım... Hayatım gittikçe mantıksızlığa bağlanıyor ama bir tanesini bile geri çevirirsem en adiyim...

12 Ocak 2010 Salı

Ocak sonunda yine dağlardayım...

Geç başlayanlar için body building nedir, ne değildir şeysi...




Seneler sonra Body Building'e başlamak; yaşın etkisiyle götünün başının et kesmesi, ağrıdan resmen ruhunun zedelenmesi,verdiğin paranın etkisiyle haftada 6 gün gitmek hırsı, salondaki trainerlerden birinin bir rus kızı olması, "nasıl gidiyor" diye yanıma geldiğinde "nası gitsin, kıçım başım ağrıyor" demem, bu sırada yandaki elemanın kızı görünce ağırlıkları abanıp, kaldırdıkça alt dudağının seğirmesi, halkım türdeşlerime bir kez daha acımam, erkek trainere "bana çok ağırlık verme, kung-fu eğitmeni olucam, fazla kanat falan bana yaramaz" demem, bunun üstüne kıçı kırık bir twister ekleyerek beni esneteceğini düşünmesi, çıkışta arabaya binerken acıdan "bissssmil" çekmek...

HAL 9000 feat. Teoman



Bilen bilir Kubrick'in 2001: Bir Uzay Macerası'nda yapay zeka HAL 9000 aklını yitirip ölmeden evvel "Daisy" (papatya) diye bir şarkı söyler, rahmetli Kubrick'e Teoman'ın Papatya'sını dinletselermiş keşke ilerde Director's Cut'a onu yerleştirseymiş, cuk oturuyor sözleri lan: O papatya yüzümün haline bak, seninle kim kalacak, ışıklar kapanınca, benden çok uzakta, zaman mı değişti yoksa ben mi geride kaldı o günler,aklım belli karışmış yüzümde gölgeler... Allahım cuk oturuyor finale bildiğin...

9 Ocak 2010 Cumartesi

6 Ocak 2010 Çarşamba

Türkiye'nin ilk zombi filmi...



Benim sevgilimi yediler, hehaheheheheh, offf sinirim bozuldu çok güzel olmuş... Çaycı zombi var yarabbim çok güzel...

Nerd okuyucuya not: O Romero filmleriyle karşılaştıran zihinlerinizi bulandırırım, etmeyin...

3 Ocak 2010 Pazar



Ahkam kesmeyi de çok severim ama eyleme geçmenin hastasıyım...

Freedom of Speech

"Freedom Of Speech Won't Feed My Children"

Liberty, sweet liberty
Charitable respectability
Then pacifism killed us all
For all the tourists on the Berlin wall
So we protest about human rights
Worship obesity as our birthright
But freedom of speech won't feed my children
Just brings heart disease and bootleg clothing
Just brings heart disease and bootleg clothing

We love to kiss the Dalai Lama's ass
Because he is such a holy man
Free to eat and buy anything
Free to fuck from Paris to Beijing

Little boys with dangerous toys
All bow down to the Beastie Boys
But freedom of speech won't feed my children
Just brings heart disease and bootleg clothing
Just brings heart disease and bootleg clothing

Royalty - hereditery - unelected and becalmed
Just like Stalin, just like Stalin
Human and useless

Bomb the Chinese Embassy
The west is free, oh the west is free
Laugh at the hammer and sickle
It is antique, oh it is antique

And see the love in Richard Gere's eyes
JS Pemberton saved our lives
But freedom of speech won't feed my children
Just brings heart disease and bootleg clothing
Just brings heart disease and bootleg clothing
Just brings heart disease and bootleg clothing
Just brings heart disease and bootleg clothing...

Manic Street Preachers

29 Aralık 2009 Salı

Babunun öldüğü yaştayım...

Ümit in the sky with diamonds...

Full Metal Alchemist




Giriş monoloğu:

Simya, maddenin yapısının anlaşıldığı,
bu yapının parçalandığı,
ve tekrar bir araya getirildiği
bir bilimdir.
Eğer doğru kullanılırsa
kurşunu altına çevirebilir.
Ama bir bilim olduğundan
doğanın kuralları hala geçerlidir.
Belli kütledeki bir şeyden sadece
aynı kütledeki bir şey yaratabilirsiniz.
Bu eşit takas kuralıdır.
Eşit takas kuralı der ki,
bir şey kazanmak için
aynı değerde başka bir şey sunmalısınız.
Belki de bu bir derstir,
Bir şeyleri feda etmeden,
bir şey kazanamayacağınıza dair...

İlk bölümlerden:

-Eğer tanrıya sorgusuz inanırsan...
bunun sonucunda ölüler hayata geri mi dönecek?

-Evet.

-35 litre su, 20 kilogram di karbon,
4 litre amonyak, 1,5 kilo kireç.
800 gram fosfor, 250 gram tuz,
100 gram azot, 80 gram kükürt,
7,5 gram di florin, 5 gram demir,
ve 15 diğer element.

-Bu neyin listesi?

-Bunlar ortalama bir yetişkin insanı
oluşturan elementler.
Bilim şu anda bu kadarını biliyor
ama henüz insan bedenini yapay olarak
yaratmayı kimse başaramadı.
Bilim adamları neyin eksik olduğunu
son bir kaç yüz yıldır araştırıyorlar.
Bence onların bu çabası değerli,
dua etmenin ve beklemenin aksine.
Ve sadece bir dip not olarak,
bu elementleri bir çocuğun
cep harçlığıyla satın alabilirsin.
İnsanlar çok ucuza yapılıyor.

-İnsanlar "şey"ler değildir!
Tanrıya saygısızlık etmeye mi çalışıyorsun?

-Simyacılar bilim adamlarıdır.
Yani tanrı gibi kesin olmayan varlıklara inanmazlar.
Bizim gibi insanların tanrıya en yakın olanlar
olmamız ironik değil mi?

-Sen tanrı değilsin.

-Güneş de değil.
Sadece büyük miktarda yüksek ısı.
Çok yaklaşırsan, yanarsın...

28 Aralık 2009 Pazartesi

üstüne uğraşmak...

Çevirirken birden şimşekler çakıp yağmur başladı ki tam film-noir oldu...

"Vlad haklıydı. Seçenekler yoktur. Düz bir çizgiden başka hiçbirşey yoktur. "Neden ben?" veya "Ya şöyle olsaydı" diye sorduğunda, yanılsama arkasından gelir. Geriye bakıp dalları gördüğün an, budanan bir bonsai ağacı gibi ya da çatallanmış bir şimşek gibi saçılmış hayatına baktığın an... Eğer bazı şeyleri farklı yapsaydın, o sen olmayacaktın. O geriye bakan başka biri olacaktı, şimdikinden farklı bir takım soruları soran..."

"Geçmiş; bir yapbozdur, ya da kırık bir ayna. Sen parçaları birleştirdikçe, görüntü değişmeye devam eder. Ve sen de onunla değişirsin. Seni yok edebilir, seni delirtebilir. Ve seni özgür kılabilir."

"Bir şeyi çok istemekle gelen bela; onu kaybetme korkusudur veya hiçbir zaman elde edemeyeceğini bilmek. Bu düşünceler seni gitgide zayıflatır."

"Mazinin sana gizlice yaklaşmak için her zaman gizli bir numarası vardır. Onun kırık dökük yankılarını her yerde duyacaksın, sanki dandik bir kasetmiş gibi. Herkese onu hatırlattığı için kızacaksın, hatırlatan kafanın içindeki ses olsa bile."

"Yağmur; sanki cennetteki bütün melekler aynı anda başımızdan aşağı işemeye karar vermiş gibi düşüyordu. Durumun benimki gibi olunca, sadece metaforlarla düşünebiliyorsun."

"Bir defa için olsun, ne kadar sürdü bilmiyorum ama ölmüş olmayı arzulamadım."

Max Payne 2'den



Not: Bu şaheserin ardından o dandik filmi çekenlerin elleri kırılsın lan...

26 Aralık 2009 Cumartesi

Türkiye'de savunma sanatlarıyla ilgilenenlerin karşılaştıkları muameleler




1- Karşındaki adamın aniden rastgele bir yumruk savurup yumruk sana yaklaşırken "abieee peki buna karşı nea yapıyosunuz" demesi.

2- Eğer yumruğu refleks olarak karşılayıp, bir tane de yapıştırdıysanız, adamın acısıyla on dakika gözden uzak bir yerlere çekilmesi, sonra gelip aniden bir elini erojen bölgene doğru savururken, ağzınla "mucccccckkkssss" yaparak bu hareketle intikam almaya çalışması.

3- Tahminimce zamanında Çinliler de bu durumla çok muhatap edilmişler ki belden aşağı saldırılara karşı yapılan bloğun adı, "Gan-Zao" yani "kıran kol"dur. Kırdığı gerçektir.

4- Bulunduğun muhitte başka bir masada kavga çıktığı vakit senin masandaki herkesin sana dönüp, "eee bir şey yapmayacak mısın?" gibisinden bakması.

5- "İnşallah bir gün bir kavga edersin de nasıl adam dövdüğünü görmüş olurum" türünden iyi dilek temennileri.

6- "Fuaaa, Fuaaa" efektleriyle yapılan saçmasapan hareketler eşliğiyle "ben de hung-hu yapıyom la ehehehe" insanları.

7- Kızların bir kısmının "ayyy adam mı dövüyorsunuz janem, ne ilkel" diye çemkirmesi, bir kısmının "ergeg dediğin sevgilisini goruycak" tarzı gündüz kuşağı hallerine girmesi.

8- Beleş ders almaya ısrar eden saplar cemiyeti. Çok kalabalıklar.

9- "Abi ölüm vuruşu var mı?"

10- Yukardaki fotodaki toramana da bir sözüm var; "Ninjalar Kung-fu yapmaz lan!!!" Ninjaya karşı ninjitsu yap evladım...

tarihin en iyi "all along the watchtower" yorumu...

Yeni ateistlere tavsiyeler...




1- Telaşlanma, yüksek olasılıkla tanrı yok. Besmele çekmeyi bırak, sakinleş...

2- İnanan herkes başkalarının dinlerine karşı halihazırda ateisttir, sadece bazıları bir din daha öteye gider...

3- Tanrı yok diye bokunu çıkarma, bu devletin polisi var, savcısı var...

4- Başın sıkışınca "Allah!" demen ateistliğine halel getirmez, ama çağrına cevap gelirse getirebilir...

5- Cevap gelmesi durumunda doktoruna başvur...

Seninle




Geldin ve gözledin beni,
usta bir bakışla,
boylu poslu, gür sesli,
toy bir çocuğu gördün.

Kalbine el koydun onun,
aldın, oynadın gönlünce,
nasıl bir küçük bir kız çocuğu
lastik topuyla oynayıp sevinirse.

Ve seyreden her kadın
ister evli, ister ergen
şaşkınlıkla söylenir ardımdan:
Sevilebilir mi böyle bir adam?

Hoplayıp zıplıyor çocuk gibi
böylesine, ancak güçlü kuvvetli
hayvan eğitmeni bir kadın gerek.
Bir kadın, hayvanat bahçesinden.

Ama gülüp geçiyorum ben.
Yok artık boyunduruk!
Sevinçle geçiyorum kendimden,
çılgınlar gibi zıplayıp koşarak.

Görün beni, işte bu benim!
Hintli rakkaseler gibi,
yaşıyorum bir kuşun sevincini,
bir tüy gibi havalanıyor kalbim.

Mayakovski


Ertunç'un bana, benim Aslı'ya, Aslı'nın benden sonra kimbilir kime bulaştırdığı hastalık. Sabahları, aç karnına, başarısızlık üstüne,ayrılık ertesine, cenk terkisine ve istifa arifesine dinlenmemesi tavsiye edilen direnç kırıcı şarkımsı...

"The word god is for me nothing more than the expression and product of human weaknesses, the Bible a collection of honourable, but still primitive legends which are nevertheless pretty childish. No interpretation no matter how subtle can (for me) change this."

Albert Einstein

"You are basically killing each other to see who has got the better imaginary friend."

Richard Jeni

"Men never commit evil so fully and joyfully as when they do it for religious convictions"

Blaise Pascal

25 Aralık 2009 Cuma

Ergenlikten biraz önce çocukların bütün şirinlilikleri kaybolur, kolları bacakları orantısız şekilde büyür, gereksiz derecede yaramaz, sevimsiz tipler olurlar ya, onları mümkünse kaldırsınlar piyasadan, hep 5-6 yaşında sevimli, uslu çocuk ithal etsinler...

Piyasadan kaldırılan çocuklar için devlet; orta-kafa-gol ve 9 aylık kampları açabilir. 20 yaşına gelince efendi gibi gelirler, işinde gücünde çalışırlar...

Babamın oğlu gibi seviyorum Manics'i



As soon as your born they make you feel small,
By giving you no time instead of it all,
Till the pain is so big you feel nothing at all,
A working class hero is something to be,
A working class hero is something to be.
They hurt you at home and they hit you at school,
They hate you if you're clever and they despise a fool,
Till you're so fucking crazy you can't follow their rules,
A working class hero is something to be,
A working class hero is something to be.
When they've tortured and scared you for twenty odd years,
Then they expect you to pick a career,
When you can't really function you're so full of fear,
A working class hero is something to be,
A working class hero is something to be.
Keep you doped with religion and sex and TV,
And you think you're so clever and classless and free,
But you're still fucking peasants as far as I can see,
A working class hero is something to be,
A working class hero is something to be.
There's room at the top they are telling you still,
But first you must learn how to smile as you kill,
If you want to be like the folks on the hill,
A working class hero is something to be.
A working class hero is something to be.
If you want to be a hero well just follow me,
If you want to be a hero well just follow me...

Nasıl yaşlanıyorum var ya...

Hayvan bir "ilk gençlik" geçirdim. Ne kadar başka bir sıfat bulmaya çalışsam da gerçekten en uygunu "hayvan". Kimsenin götü yemediği sol eylemlerde en önde bayrak tuttum, kimliğimi evde bırakıp şehir şehir dolaştım, black metal gruplarında çaldım, kompozitörlük eğitimi aldım, en parasız zamanımda gaza gelip Pink Floyd konserine giderek üstüne üstlük öncesinde koluma "the Wall" dövmesi yaptırdım, yazarlık yapıp henüz 20 yaşında dünyadaki 7 yazardan biri seçildim (evet bir gün herkes 15 dakikalığına meşhur olacak), bir gecede 8 tane arjantin fondipleyip ayakta kaldım, 2 saatte 18 duble rakı içip (yarısı sek ve fondip) komaya girdim, bütün paramı plaklara ve kitaplara yatırdım, 18 yaşında kendi paramla kendi kafemi açtım, fırsat bulduğum her vakit içtim, fırsat yoksa da yarattım...

Şimdi ise, emekli albaydan halliceyim. Antremanlarını kaçırmayan, sigarayı mümkün mertebe azaltmış, bol bol yemek yapan, "semaver, nargile ve deniz kıyısı" üçlemesine aşık, güleryüzlü bir emekli albay. Bayramda karşılaşsak elimi öpüp harçlığınızı alırsınız, o derece...

Kendimi zorlamıyor muyum? Hayır efendim. Her hafta antremandan sonra arkadaşlarla Alsancak'ta içmeye çalışıyorum, ne bileyim dışarı çıkıyorum elimden geldiğince, mekan sahipleriyle oturup grav çeviriyorum, hemen geyiğe dahil oluyorum vs...

Ama birşey söyleyeyim mi? Misal hiç bira çekmiyor canım artık... Ayakta, sıkış tepiş bir ortamda konser dinlemek yoruyor beni, sadece Ortaçgil konserlerini kaçırmıyorum, oturarak ve açıkhavadaysa eğer... Yazın haftasonları Çeşme'ye kaçıp 5-6 saat aralıksız yüzüyorum koylarda. Mümkün mertebe doğaya veriyorum kendimi. Çaya değilse bile türk kahvesine allah gibi tapıyorum. Tek başıma dışarı çıkıp (ki hiç huyum değildir lan, hani ben yıllarca yalnız gezmekten nefret ettiği için eşek gibi çevre yapmış bir insanım) saatlerce kitapçıları falan geziyorum, işte ne bileyim kafede oturup karşıdaki kız kesince egomu tatmin ediyorum, sonra arabaya atlayıp eve dönüyorum...

Nası yaşlandım var ya...

Ben bir kahve yapıp, plak koyayım, sen kendini biraz ötele...


Hayatımda anamdan babamdan almadığım gazı Uzumaki Naruto'dan almış bir insanım...
18 yıllık eğitim hayatımın sona ereceği önümüzdeki yılda okuldan ayrılma kararını verdim...

İstemiyorum diplomanızı, hiç bir zaman da sevmedim zaten bu okul zımbırtısını...

İnceden de tırsmıyor değilim lan ama bu mazoşist bir şekilde hoşuma da gidiyor...

2010 Aralık'ından itibaren herşeyi bırakıp baştan sarmış bir savunma sanatı eğitmeni ve İngiltere Kraliyet Sarayı'ndan sertifikalı dünya mutfakları şefi olarak devam ediyorum...

İlk hedef Temmuz'da İstanbul...

Bakalım ne olacak...



2. Dünya Savaşı'nda Ruslar Berlin'e girip Almanya yenilince, Japon İmparatoru'na "abi şimdi Almanlar yenilince biz de yenilmiş sayılıyor muyuz?" diye soran M.E.B. müfredatıyla yetişmiş japon askeri...


Kazandigim iki askeri okuldan birine gitseydim, su an yuzbasiliga kosan, Izmir'e tayinini bekleyen, lojmanda ucuza yasayan bir adam olabilirdim. Universiteyi Israrla cift dikis yapmasaydim, bir de ustune ustluk farz-i misal butun hayallerimi bir koseye koyup eski kiz arkadasimla hic inat etmeden evlenseydim... o zaten ogretmen oldu, ben de KPSS'ye girip torpille mustesarlikta calisirdim, omrumun o raddesine kadar tiksindigim memurlardan biri olur devlet imkanlarindan somururdum, ailelerden bi taraf guzel bir ev verirdi, iki uc senede bir araba yenilerdik, en buyuk derdimiz de bu olurdu. Bir de carsamba gunleri Yaprak Dokumunu mu izlesek, Avrupa Yakasi'ni mi derdi... Yazlari bilmem kac yildizli hersey dahil otellerde tatil, ne guzel hayat...

Ama ben 69 Camaro ile bilmem kacinci highwayde gezmekte, arka planda "Simple Man" calmasinda, sahane hamburgerler yemekte, her teknolojik gelismeye cocuk gibi sasirmada, her okyanusun dibine dalmakta israrci oldum... Hala da cekmedi bu konformistliginiz beni, 35'imde tekrar goruselim...

Geri sayim basladi zira...

31 Ekim 2009 Cumartesi

Bak buraya yazıyorum;
Bütün büyük maceraların kontenjanı her zaman tek kişiliktir.